2 Ekim 2017 Pazartesi

Sultan Galiyev - Görüşlerim

* 1929 yılında yayınlanan "Görüşler" KGB arşivinin 4 numaralı sandığında, 2 numaralı ciltin, 1 numaralı listesinde ortaya çıkmış ve Tataristan da,1995 yılında ilk kez yayınlanmıştır.

ASYA VE AVRUPA HALKLARININ SOSYO-POLİTİK, EKONOMİK, VE KÜLTÜREL GELİŞMELERİNİN ESASLARINA iLiŞKiN BAZI GÖRÜŞLERİMİZ.

1. METODOLOJİ

ve Avrupa Türk halklarının çağımızdaki sosyo-politik, ekonomik ve kültürel gelişmelerini tesbit etmek için kullanılacak olan esasların belirlenmesinden önce: konu ile ilgili görüşlerimizin metodolojisi üzerinde kısa bir şekilde olsa dahi, durmamız gerekecektir.

Herhangi bir anlaşmazlık ve belirsizliğin giderilmesi için, bir hususu ilk baştan açıkça söylemeliyiz ki, biz bu meseleye de (tüm diğer meseleler gibi) mataryalist dünya görüşü ve mataryalist felsefe açısından yaklaşmaktayız.

Ayrıca biz, bu devrimci felsefe mektebinin daha radikal olan ve diyalektik tarihsel mataryalizm diye adlandırılan koluna önem veriyoruz.

Kanımızca, mataryalist felsefenin bu kolu, önemli unsurlarının anlaşılabilmesi için en doğru ve ve bilimsel açıdan daha sağlam bir fikir sistemidir. Zira, ancak onun yardımı ile (sosyal) hayat olaylarının nedenlerini daha net ve gerçekçi biçimde tahlil etmek ve sonuçlarını önceden kestirerek sezmek mümkündür.

Fakat önceden şunu da söyleyelim ki, bizim -diyalektik, daha doğrusu enerjetik mataryalizm mektebine mensubiyetimiz: bu mektebin Batı Avrupalı temsilcilerini (Marksist veya Komünist denilenleri) körü körüne taklit etmemiz ve onların bu mektebin ürünü bildikleri veya öyle taktir ettikleri herşeyi körü körüne kopya etmemiz anlamına gelmez.

Bunu aşağıdaki nedenlerden dolayı yapmıyoruz:

1 )Bizce, mataryalist felsefe, Batı Avrupa biliminin 'müstesna malı değildir. Zira, belli bir düşünce sistemi olarak bu tür felsefe bu veya diğer şekilde (Fars, Arap, Çin, Türk, Moğol vb. gibi) birçok başka halklarda, üstelik çağdaş Batı Avrupa kültürünün ortaya çıkışından çok önceki tarihlerde görülmüştür.

2) Bizim bir çoğumuz, daha sonra Rusya Devrimi öncesinde, enerjetik mataryalist dünya görüşüne sahip olmuştuk. Bu görüş, bizim aramıza yapay bir biçimde ve dışardan enjekte edilmiş olmayıp: Rus milliyetçiliği'nin ve Rus Devletçiliği'nin üzerimizdeki zalimane ekonomik, politik ve kültürel baskılarının bizi ezmekte olan ağır koşullarının doğal sonucu olarak ortaya çıkmıştı.

3) Bizim, tarihsel mataryalizm taraftarlarına bağlılığımız: onların beyan ettikleri, keza diyalektik mataryalizmin Rus ve Avrupa tekelcileri tarafından takdim edilen her türlü fikri nesneyi "kutsal" bir şeymiş gibi tartışmasız olarak kabul etmemizi de kesinlikle gerektirmez.

İnsan, kendisini bin kez mataryalist, marksist, komünist veya şimdilerde Rusya'da moda olan ifadesi ile Leninist ilan edbilir. Bunu tüm dünyada olanca gücü ve sesi ile bağırabilir.Bu alandaki yüzlece ve binlerce konuda cilt kitap yazabilir. Fakat yine de asgari düzeyde bile gerçek mataryalizm ve komünizm ile ilgisi olmayabilir.

Tutum ve hareketlerinden de vaz geçelim, görüşlerinde ve vardıkları sonuçlarda da gerçek devrimcilik görülmeyebilir. Bu nedenden dolayı, biz, onlar karşısında herhangi bir yükümlülük almamakla birlikte, tüm beklentilerin aksine olarak, diyalektik mataryalizm üzerindeki tekelcilik haklarını tartışmaya davet ediyoruz.

Örneğin, birincisi sömürgeler meselesi, ikincisi de komüizmin, diğer bir deyişle sınıfsız ve kimsenin kimseyi istismar etmediği bir toplumun gerçekleştirilmesi yöntemleri..

Bu iki Konuda Rus Komünistleri ve onları takip eden Batı Avrupalı komünistler, aleni yanlışlar yapmaktalar... Bunun neticesinde de -insanlığın anarşi ve kargaşa baskısından kurtuluşu değil -talan, yoksulluk ve ölüm olacaktır. Onlar, Avrupa Kapilazmini ve soyguncu Avrupa Emperyalizmini eleştirmekleri ve yerdiklerinde, her zaman ve her konuda olmamakla birlikte kendileri ile mutabıkız.

Keza çağdaş Avrupa kapitalist kültürünün gericiliğini gündeme getirdiklerinde de mutabıkız.

Ne var ki, tüm bu düşüncelerden çıkardıkları sonuçlar ve sundukları reçeteler konusunda, kesinlikle mutabık değiliz.

Bizce onların sundukları reçete-ki Avrupa Toplumu'nun bir sınıfın (burjuvazinin) dünya üzerindeki diktatöryası yerine, onun karşıtı olan diğer sınıfın (proleteryanın) diktatöryasını öngörmektedir- insanlığın ezilen kısmının sosyal hayatına hiçbir önemli değişiklik getirmeyecektir. Her halükarda nesnel bir değişiklik olacaksa da, bu değişiklik iyileşme yolunda değil, kötüleşme yolunda olacaktır.

Bu sadece daha az gücü olan ve daha aşağı düzeyde organize bir diktatörün yerine, aynı kapitalist Avrupa'nın (ki, Amerikayı'da buraya dahil etmek gerekir) Avrupa çapında bütünleştirilmiş olan tüm güçlerinin dünya'nın geriye kalan kısmı üzerinde ortak diktatöryasının getirilmesi demektir.

Biz, bunun karşısında farklı bir tez ortaya koyuyoruz.

Şöyle ki,insanlığın yeniden yapılandırılmasının maddi zemini, yalnızca sömürge ve yarı-sömürgelerin metropoller üzerindeki diktatöyası aracılığı ile oluşturulabilir. Zira yalnızca bu yol, yer kürenin Batı Emperyalizmi tarafından zincirlere vurulmuş olan üretici güçlerinin kurtuluşu ve atılım yapması için gerçek bir teminat sağlayabilir. Biz bu metodolojiden hareketle, belirli bir sorular sistemi oluşturuyoruz ki, bunlara verilen cevaplar, başlıca meselemizin doğru bir biçimde çözümlendirilmesini sağlayacaktır.

Bu sorular, aşağıdaki konuları içermektedir.

1) Bir sosyo-organizma olarak Türk Dünyası, çağdaş dünyanın ekonomik ve politik sisteminde nasıl bir görüntü vermektedir?

2) Türk halklarının, tümü bir arada ve ayrı dallar olarak, normal ekonomik, politik ve kültürel gelişmeleri için hangi iç ve dış koşullara ihtiyaç duymaktadır?

3) Bu koşullar hangi yollardan hareketle sağlanabilir? Evrim yolu ile mi, yoksa devrimci atılımlarlâmı?

4) Bu veya diğer yönde yapılacak olan çalışmaların somut yöntemleri ne olmalıdır:

a) Strateji ve taktik yönünden?

b) Organizasyon biçimleri yönünden

Il- Çağdaş Dünyanın Ekonomi ve Politik Sistematiği İçinde En Sosyo Organizma olarak Türk Dünyası

Günümüz dünyasının ekonomik ve siyasi sistematiği içersinde çağdaş Türk Dünyası' nın yeri ve rolü konusunun çok önemli olduğu kanısındayız. Asya ve Avrupa Türk halklarının sosyo- politik, ekonomik ve kültürel gelişmelerinin esasları ile ilgili çözüm yollarını, buradan hareketle çizebiliriz.

Dünya'nın sosyal ve hukuksal ilişkileri kapsamında, kim ve ne olduğumuzu, bu ilişkilerin içeriğini anlamadan, kim olmamız gerektiğini de tesbit edemeyiz. Konun analizini, ikinci bölümden, diğer bir deyişle çağdaş dünyanın sosyal ve hukuksal- ekonomik, politik ve kültürel sistematiğini ele alarak başlayabiliriz:

1-Çağdaş Dünya Ekonomisi ve Politikası'nın Köleci- Sömürgeci-Emperyalist Karakteri;

Yer kürenin halkları arasındaki sosyal ve hukuksal ilişkilerin analizi, bir hususu ortaya koymaktadır:

Çağdaş insanlığı oluşturan milletler, sayı, sosyal ve hukuksal açılardan eşit olmayan iki kampa bölünmüş durumdadır.

Bu kamplardan birisinde, insanlığın yalnızca yüzde 20 ile yüzde 30'unu oluşturan ve tüm yer küreyi, altında ve üstündeki var olan her türlü ölü ve canlı zenginlikleri ile birlikte ele geçirmiş olan halklar bulunmaktadır.

Diğerinde ise, İnsanlığın beşte dördünü oluşturan ve birinci kampa mensup bulunan halkların, diğer bir deyişle 'efendi' halklarınekonomik, siyasal ve kültürel tahakkümü ve köleliği altında inleyen halklar yer almaktadır.

Efendilerin kendi medeni dillerinde 'uygar' olarak adlandırılan ve birinci kampa mensup olan halklar, insanlığın kölelikten, cehaletten ve sefaletten kurtarılması ile ilgili görevlendirilmişler!,

ikinci gruba mensup olan halklar ise onların dillerinde Vahşi', 'yerli' ve bu tür ibaralerle tanımlanmakta olup, birincilerin bilimsel görüşlerine göre: Efendi halkların çıkarlarına hizmet etmek için yaratılmışlar!

Yerliler ve vahşiler ise kendi kelime bagajlarının yoksulluğu ve bilim yoksunlukları yüzünden "medeni" halkları tanımlayabilmek için özel terimler üretememişler ve bunları yalnızca 'köpekler', 'eşkiyalar", 'cellatlar' veya benzer yakışıksız ve anlaşılmaz sıfatlar kullanarak tanımlama yoluna gitmişlerdir.

Avrupa ve Amerika'nın 'medeni' halkları,ki yerküre nin diğer kısımlarınada yayılmakta ve genel olarak 'Batı Halkları' diye adlandırılmaktalar, birinci katagoriye aittirler.

Asya, Afrika halkları ile Avrupalılarca sömürgeleştirilmiş olan Avustralya ve Amerikanın yerli halkları da ikinci katogoriye girmektedirler.

Bu iki grup arasındaki ilişkileri irdeliyerek şu noktayı tesbit etmiş bulunuyaruz:

Batı halklarının (metropoller), sömürge veya yarı sömürge halkları ile ilişkileri, tam bir kölelik ilişkileri niteliğindedir. Batılı halkların teknolojik ve kültürel gelişmelerini etkileyen bir takım tarihsel ve coğrafya koşulları, dünyanın değişik bölgelerinde bulunan halklar arasında ekonomik ve kültürel ilişki araçlarının, diğer bir deyişle uluslararsı ulaşım yollarının ve askeri stratejik mıntıkaların, bu halkların eline geçmesini sağlamıştır.

Bu durum, Batı- Doğu medeniyetlerine mensup bulunan halklar arasındaki uluslararsı siyasi ve ekonomik ilişkilerde tüm inisiyatifin onların elinde birikmesi için zemin oluşturmuştur.

Avrupa'nın teknoloji ve kültürü, tarihin belli bir aşamasındaki var oluş mücadelesi sırasında, sözkonusu aşamada onların üzerine çökmüş bulunan ve zamanının dünya efendileri olan müslüman Asya ve Afrika halklarının teknoloji ve kültürüne kıyasla, daha güçlü bir direnç ve rasyonalizm sergilemiştir ki, buda onların diğerlerini ezmelerini ve gereken üslerin işgal edilmesinden sonra Asya ve Afrika kıtalarına yaymalarını sağlamıştır.

Dünya ticaret yolları, pazarlar ve hammadde kaynakları, küçük istisnalar dışında, Batı halklarının eline geçmiştir. Batı halkları, kendi ulusal kölelik sistemlerini, ki feodalizm dönemindeki toprak köleliği sistemi aslında köle ekonomisi olduğu gibi kapitalizm döneminde de sınıf baskısı bir tür kölelikten, insanın insan tarafından fakat bu sefer farklı bir biçimde istismarından başka bir şey değildir, siyah ve sarı kıtalardaki kendi sömürgelerine de taşmış ve bu kölelik sistemine uluslararası bir nitelik kazandırmışlardır.

Böylece, bu kıtaların halkları, fiiliyatta, kendi ülkelerinin zenginlikleri üzerinde mülkiyet hakları olmayan ve 'medeni' efendilerinin (metropolya halklarının) refahları için çalışan birer köle durumuna gelmişlerdir

2- Metropollerin Maddi Kültü Esaslarının Paraziter ve Gerici Karakteri, Çağımız Dünyasmda ki Gelişmelerin Başlıca Faktörüdür.

Çağdaş dünya ekonomisinin kapitalist köleci seciyesi, onun bir diğer özelliğini, günümüz dünyasında görülen gelişmelerin başlıca faktörü olarak çağdaş batılı halkların kültürlerinin toptan paraziter ve gerici karakterini de belirlemiştir. Metropollerin maddi kültürünün anlatılan özellikleri, şu iki hususu açığa çıkarmaktadır:

a)Statik Husus: insanlara gerekli olan Tüketim maddelerinin üretim ve tedavül araçlarının metropolya halklarının ellerinde tekel halindeı birikmiş olması,

Belli başlı tüm üretim araçları (fabrikasyon endüstrisi), tedavül araçları (banka sermayesi ve bunun alt yapısı), ulaşım ve iletişim araçları (deniz yolları, demir yolları, hava ukaşım araçları, telgraf ve radyografi, hammadde (petrol, taş kömürü, filizler, hayvansal ve bitkisel ürünler) kaynakları, keza endrüstriyel ürünlerin satış pazarları, topu topu 300- 350 milyon nüfusa sahip bulunan metropollerin ellerinde birikmiş durumdadır.

Batı, bu açıdan aynen dev bir ahtapot gibi,insanlığın beşte dörtlük kısmını sarmış ve onun tüm yaşamsal kaynaklarını sömürmektedir. Ve bu ahtopot, sadece bir deniz ahtapotu olmayıp, batının askeri buluşlarının ve savaş sanatının en yeni teknolojileri ile silahlanmış zırhlı bir ahtopotdur... Vurucu bir ahtopottur... ölümcül bir ahtapottur'..

Elbetteki bu kazanımlar, ahtapotun cesaret ve yiğitliğini arttırmamıştır.

Ne var ki ahtapotun korkakça zalimliği ve açgözlülüğü artış göstermiştir. Ahtapot şimdi sömürge ve yârı sömürge halkların kanlarını emerek, dünya halklarının daha geniş olan kısmının zayıflaması, pauperleşmesi(?), yozlaşması ve ölümü hesabına, daha küçük olan diğer kısmını zenginleştirmektedir.

b) Dinamik Husus: İnsanlığın Üretici Güçlerinin Azami Gelişmesi Açısından Metropollerin Maddi Kültürünün Paraziter ve Gerici olması.

Bu husus, birinci husus ile sıkı sıkıya bağlı olup onun devamını oluşturmaktadır.Gerçekten de, yaşadığımız bu dönemde, (dünyanın düzenleyicileri olarak metropollerin çağdaş kültürü nasıl bir şeydir?.. Neyin üzerine bina edilmiştir ve neye doğru gitmektedir?..

Mesele, Batı'nın madde kültürünün niteliğinin ve bu ekonomik sistemin (tekelci kapitalizm ve emperyalizm) yalnızca tekelci karekterde olmasıyla da bitmiyor. Mesele buraddadır ki, metropollerin maddi kültürünün içeriği, diğer bir deyişle tüm bu 'tekelci k a p i t a l i z m l e r ' i n emperyalizmlerin ve Batı (toplumu' na ait diğer sosyal katagorilerin asıl özü, onun şekli ile ilgili değil, dinamikleri ve özgün gelişme eğilimi ile bağlantılıdır.

Bu eğilim, Batı halklarının çağdaş maddi kültürünün varoluşu ve gelişmesinin, sadece Doğulu halklara karşı uygulanan kölelik ve tahakküm sisteminin korunması (diğer bir deyişle sömürge ve yarı sömürgelerin doğal zenginliklerinin istismarı) olarak değil, aynı zamanda bu ülkelerin üretim güçlerinin engellenmesi ve bunların maddi kültürünün ı artışına karşı set çekici bir baskı uygulaması olarak açıklanabilir.

Çağdaş Batı kültürü, hangi prensiplere dayandırılmıştır?.. Metropoller ve sömürgeciler için mal üretimi ve pazarlaması.' diğer bir deyişle dünyanın ekonomik süreci içersinde tekelcilik prensiplerine dayandırılmıştır. Çağdaş Batı Kültürü ne üzerine inşa edilmiştir?..

Sömürge ve yarı sömürgelerin kendi iç ekonomik gelişmelerinin engellenmesi, ulusal endüstri'nin yokluğu, diğer bir deyişle bu ülkelerin tarımcı - köylü karakterinin sürdürülmesi üzerine inşa edilmiştir ki, bu durumda bu ülkeler, kendi ekonomik faaliyetleri arsında, metropollerin, yani dünyanın tekelci endüstrisinin 'yardımı'na başvurmak zorunda kalsınlar. Tekelci sermayenin yardımına başvurma zorunda kalma süreci, somut olarak aşağıdaki unsurlardan oluşmaktadır.

a) Metropol ekonomilerinin başlıca unsuru olan ekonominin ucuz hammadde temini ile yaşatılması.

Batılı Halkların hammadde kaynağı olarak Asya ve Afrika halklarına yönelik işkalci politikaları ve bu polititikalarını beraberinde getirdikleri tüm diğer olaylar, bu noktadan kaynaklanmaktadır:

Birincisi, yarı sömürgelerdeki bağımsızlık kırıntılarına karşı verilen acımasız mücadeleler ve sömürgeler tarafından bağımsızlık yönünde sergilenen en küçük girişimin bile zalimce cezalandırılması... ikincisi ise metropollerin belli başlı ulusal grupları arsında sömürge mülkleri için aralıksız olarak sürdürülen rekabet savaşlarıdır...

Diğer bir deyişle, bir taraftan metropoller ile sömürgeler arasındaki sosyal ihtilafların artışı, diğer taraftan da diktatör metropollerin farklı soyları arsındaki ulusal ihtilafların kökenleri burada saklıdır.

b) Sanayi ürünlerinin ucuza mal edilişinin sağlanması.

Üretim teknolojisinin geliştirilmesi, metropollerin sanayi işçilerinin ve sömürgelerin yardımcı işçilerinin istismarı yoluyla gerçekleşmektedir. Metropoller de sınıfsal ihtilafların varlığı ve bu ihtilaflara dayalı olarak sınıfsal siyasi partilerin ortaya çikış nedenleri bu noktada saklıdır.

c) Metropollerin sanayi ürünleri için ucuz (karlı) satış pazarlarının sağlanması.

Metropollerin, sömürgeleri ve yarı sömürgeleri yalnızca kendi ellerinde kendi boyundurukları altında tutmak yönünde değil, aynı zamanda metropollerin sanayi ürünlerinin daimi satış pazarları olarak elde tutmaya yönelik sömürgeci politikalarının yoğunlaştırılması bu hususla ilgilidir.

Bu politikalar, sömürgeler ile metropoller arasındaki sosyal ihtilafların yalnızca yoğunlaşmasına neden olmaktadır ve bu ihtilaflar, birinci derecede uluslararası faktör niteliği kazanmaktadır.

Metropol maddi kültürlerinin gelişme sürecinin bu sonuncu unsuru, sömürgeler ile metropoller arsında oluşan ilişkiler açısından özellikle büyük önem taşımaktadır. Zira bu unsur, çağdaş batılı halkların kültürünün başlıca dinamiğini ve çağdaş insanlığın gelişme sürecinde ortaya çıkan tüm sosyal sapmaların da başlıca nedenini oluşturmaktadır.

Sözkonusu sapmalar aleni olarak ortadadır ve bunları yalnızca körler ve siyasi açıdan dejenere olmuş tipler inkara yeltenebilirleri Bu sapmaları şu şekilde sıralıyabiliriz:

a) Yerküre ve özellikle de sömürge ve yarı sömürgelerini zenginliklerinin insanlığın genel çıkarları açısından hunharca ve verimsizce işletilmesi.

Bu gerçeği yeniden kanıtlamaya ihtiyaç yoktur kanısındayım. Zira metropollerin kendi 'evlerinde' ki ve sömürgelerindeki ekonomik faaliyerine bakmak yeterlidir.

b) Dünya üretim sürecinin genel tedavül sürecinin irasyonel düzeni ve bunun sonucu olarak kütlevi insan enerjisinin verimsiz bir şekilde yokedilişi.

Metropollerin elinde yoğun bir şekilde birikmiş olan üretim araçlarının, hammadde ana kaynaklarından ve dünya satış pazarlarından uzakta bulunmalarından dolayı, hammaddenin üretim araçlarına ve bunlardan alınan ürünlerin de (malların) satış pazarlarına yönelik olarak uzak mesafelere taşınmaları gerekmektedir, örneğin, yün ve deri hammeddesi Tibet'ten Hindistan veya Afganistan'dan Büyük Britanya'ya doğru taşınmak...

Burada kumaş, ayakkabı ve diğer mallara dönüşerek gerisin geriye tekrar kendi anavatanına yolculuk yapmak zorundadır.

Aynen bunun gibi Türkistan veya Güney Kafkasya pamuğu (bu arada Baku petrolü de) önce medeni ülkelere söz gelimi Moskova veya İvanovo Voznessensk'e seyahat etmek, burada manifatura veya başka bir şeye dönüştükten sonra tekrar Türkistan veya Güney Kafkasya'ya, bazen de daha uzaklara (ıran, Afganistan, vb.) geri dönmek zorundadır. Araçlarınve insan enerjisinin ekonomik kullanımı açısından tam tersi bir yöntem, diğer bir deyişle, hammaddeyi kendi vatanında, yani sömürge ve yarı sömürge ülkelerde gerekli tüketim mallarına dönüştürmek, daha doğru bir hareket olacaktır.

Bu ülkelerdeki üretim araçları, ki bunları metropollerden sağlamak ve yeniden organize etmek mümkündür, dışında kalan tüm koşullar (hammadde, sıvı yakıt, kullanılmayan ve boşu boşuna yok olup giden insan enerjisi bunun yanısıra sömürge halklarının fabrika mallarına karşı duydukları kütlevi ihtiyaç) mevcuttur.

Söz konusu mallar, yalnız bundan sonra ihtiyaca göre yurt dışı yolculuklarına artık doğal biçimlerinde değil, medeni mallara dönüşmüş olarak ve oralardan gelecek olan tüketici talepleri ile orantılı olarak gönderilecektir.

c) Mevcut durumun ve mevcutl yapının (yani dünyanın ekonomik düzeninde görülen irasyonalliğin ve bundan ileri gelen sosyal sapmaların - adaletsizliklerin) sürekli ve düzenli bir biçimde korunması için insan enerjisi) kütlevi ve verimsiz bir şekilde harcanmaktadır.

Bu husus, Batı'nın azgın militarizminde, onun kara, deniz, ve hava kuvvetlerinin, iç ve dış koruyucu kontejyanının akıl almaz bir şekilde artırılması ile açığa vurulmuş bir durumdadır. Batılı halklar, yalnızca her türlü 'sarı', 'siyah' ve diğer 'tehlike' ve 'panizm' lerden değil, aynı zamanda 'birbirlerinden' de korunmaktalar.

d) Sömürge ve yarı sömürge ülkelerin üretim güçlerinin (yeryüzü nüfusunun büyük bir kısmı) doğal bir şekilde gelişmesinin engellenmesi., ki, bu zeminde sömürge ve yarı sömürge halklar ile metropolya halkları arasında aleni bir sosyal eşitsizlik oluşmakta, bir bütün olarak çağdaş insanlığın medeni yönden g e l i ş m e s i
engellenmektedir.

Sömürge ülkelerdeki gerici ekonomik ve sosyal düzenlerin muhafaza edilmesi, sömürgeci Batı Emperyalizmi'nin işine gelmektedir. Zira metropollerin eşkiya kültürü yalnızca bu gerilik zemini üzerinde soluk alabilir ve gelişebilir.

Sömürge halklarının karanlık ve baskı içinde tutulması, kendi tarihsel gelişmeleri içersinde insanlığın başına hapishane gardiyanı kesilmiş olan batılı halklar için gerçek ve yaşamsal bir ihtiyaçtır.

Metropolya halkları olan sömürge halkları arasında görülen sosyal eşitsizliğin nedeni burada saklıdır. Metropolya halkları, her türlü medeniyet nimetlerinden, teknoloji ve bilimden yararlandıkları halde, sömürge halklarının ana kitlesi, yarı aç ve dilenci hayatı içersinde sürünmektedirler.

Bir tarafta çelik ve granitten yapılmış gökdelenler, diğer tarafta miskin ve izbe barakalar... Bir tarafta otomobil, tranvay, otobüs, tren, buharlı gemiler ve uçaklar...

Diğer tarafta tembel kısraklar, Nuh zamanından kalma kağnılar ve arabalar...

Bir tarafta elektirikli sabanlar, traktörler, buharlı değirmenler, şuama sistemleri, yapay gübreler...

Diğer tarafta kara saban, kürek, kazma, ve tırmık...

Bir tarafta elektrik, telefon, telgraf ve radyo... Diğer tarafta kara çıra gaz lambası ve artı tüm diğer şeylerin yokluğu...

Bir tarafta güzel sanatlar, edebiyat, oyunlar, ve kahkahalar...

Diğer tarafta umutsuzluk ve karanlık, sürekli acılar ve gözyaşları..

. Bir tarafta tokluk, güven ve her yönüyle teminat altına alınmış bir yaşam... Diğer tarafta açlık, soğuk, sefalet, ölüm ve yozlaşma!...

Bu duruma hak verebilirmiyiz? Bütün bunları normal bir durum ve normal bir düzen olarak kabul edebilirmiyiz?.

Hayır ve yine Hayır!.. Bu durum, hangi ahlak öğretisi açısından bakılırsa bakılsın, en büyük sosyal sapmanın ve dünya çapındaki sosyal adaletsizliğin ifadesidir!

Metropollerin Ulusal kültürlerin Bütünleşme eğilimi.

Burada özellikle bir soruya cevap vermeden geçecek olursak, metropollerin kültürüne ilişkin yapmakta oldtğumuz analiz, yarım kalacaktır: Metropolya halklarının kültürü nereye yönelmiştir?.. Ve neye dönüşmek yolundadır?..

Bu sorular, söz konusu kültürün gelişme dinamiği ile sıkı sıkıya ilişkili olup, onun en karakteristik ve önemli özelliklerini, ki bunlar yakın döneme yönelik olarak dünyanın gelişme perspektiflerine açıklık kazandırmaktadır, birini ortaya çikarmaktadır.

Biz, bu özelliği bütünleşme, diğer bir deyişle, metropolya halklarının ulusal ve maddi kültürlerinin merkezileşmiş bir şekilde bütünleşmesi olarak tesbit etmeliyiz.

Böyle bir eğilim varmı? Evet vardır.

Yani emperyalist savaş, savaş sonrasında da Rusya ve diğer ülkelerde yaşanan devrimsel depremler, 'muzaffer' ülkelerin değişik grupları arasında günümüzde görülmekte olan 'diplomasi' mücadelesi, batılı halkların değişik siyasi partilerinin sergiledikleri harıl harıl çalışmalar...

Tüm bunlar, söz konusu eğilimin muhtelif şekillerde açığa vurulmasından başka bir şey değildir. Bu eğilim, şu iki çelişkinin baskısı altında cereyan etmektedir:

1) Metropolya halklarının mevcut maddi kültür yapısının (ulusal paraçalara bölünmüş olan özel mülkiyeti veya anarşist kapitalizm) özüne ters düşmektedir.

2) Bununla bağlantılı olarak, sömürgelerde metropollerin zulmünden kurtularak sosyal özgürlüğe ve ulusal kurtuluşlara kavuşma koşullarının oluşması, diğer bir deyişle sömürgelerin ulusal kurtuluş hareketleri güç kazanmaktadır.

Birinci çelişkiyi ele alalım. Bunun en somut ifadesi nedir?..

Şöyle açıklayabiliriz: Mevcut düzen, metropolya halklarının maddi kültürel esaslarının mevcut yapısı, ileride onlara sömürge halklarını düzenli biçimde: cezasız, belasız ve tam anlamıyla istismar etme hakkını vermeyecektir .

Metropolya halklarının maddi ihtiyaçları, bu halkların maddi kültürünün mevcut yapısını aşmış durumdadır.

Köleleştirilmiş insanlığın can damarlarının herkes tarafından ayrı ayrı ortak bir plan ve merkezi bir irade olmaksızın sömürülmesi, verimlilik açisindan istedikleri etkinliği yaratmamakta, beklenilen azami sonucu vermemesinin yanı sıra, soyguncuların isteklerinin yanı sıra, soyguncularının isteklerinin aksine çeşit çeşit sürprizi de beraberinde getirmektedir.

Görülüyor ki, sömürgeler ile yarı sömürgelerin ve insanlığın geriye kalan kısmının mevcut sömürülme sistemi, onların bedenlerindeki kanın devinimini tamamen durdurmak için yeterli değildir. Onlar, yaşamsal yeteneklerini muhafaza edebilir... Yaşayabilir, soluyabilir ve zaman zaman bu istismarcılar, başkalarının mallarını bölüşmek için kendi aralarında kavgaya tutuştuklarında, onlara karşı ayaklanabilirler.

Fakat... Batılı halklar, sömürge halklarının bu tür hareketlerine göz yumma gibi bir 'lüks'e izin verebilirlermi?.. Elbetteki hayır.

isteseler de istemeseler de, kendi maddi kültürlerinin iç yapısının değiştirilmesi: yeni, daha ileri, daha düzenli ve mükemmel bir ekonomik yapının oluşturulması, ekonomik gündemlerini işgal etmektedir...

Ve başka türlüsü de olamaz.

İçinde bulunduğumuz ve artık geçmekte olan dönemde, metropolya halklarının maddi kültürünün iç yapısının özelliği nedir?..

Bu özellik, iki temel üzerinde bina edilmiştir:

Ulusların kendi içlerinde özel mülkiyet. Diğer bir deyişle, üretim araçları ve elde edilen zenginlikler, ister ulus içersinde, ister değişik ulusların arasında, göreceli olarak dağınık durumdadır.

Birinci hususu, ulusun kendi içindekimülkiyet olgusunu ele alalım: Bu husus, batılı halkların maddi kültürünün gelişme süreci içinde hangi sonuçları vermektedir?.. Bunlardan birincisi, mülkiyet sahipleri- yani kapitalistler ve onların oluşturdukları gruplar (tröstler, karteller vb.) - bazı durumlarda ise değişik sanayi dalları arasında yaşanan rekabettir, Bunlar, kazanç ve daha büyük karlar peşinde koşarak birbirleri ile mücadele ediyorlar ve enerjilerinin büyük bir kısmını, bu mücadeleye harcanıyor.

Doğrudur... Sözkonusu rekebet, özel mülkiyete dayalı kapitalizmin tek ve zaruri ilkesidir. Sermayenin birikimi ve merkezileştirilmesi açısından ilerici bir rol oynamaktadır. Fakat, toplumsal çapta ve bağımsızlığa kavuşmak için can atmakta olan sömürgelerin var olduğu bir ortamda, böylesi bir rekabet, metropollerin istismar yeteneğini azaltmakta olan bir faktördür, örneğin, herhangi bir ingiliz, bir ingiliz kapitalist kuruluşu ile iş yapmak için Hindistan'a gidecekse, kendi sermayesinin bir kısmını benzeri bir ingiliz kuruluşu ile mücadele etmeye harcamak,güç ve imkanlarının bir kısmını bu yolda kaybetmek zorundadır.

İngiliz sermayesinin Hindistandaki soygun düzeni, ulusal düzeyde bir merkezileşme ve işbirliğinin olmayışı yüzünden, merkezileşme durumunun sonuç ve verimliliğin tamamını yüzde yüz olarak temin edememektedir, özel mülkiyet ilkesi, metropollerin gücü açısından diğer bir olumsuz faktörü, ulusun kendi içindeki sınıflararası eşitsizlikten doğan sınıf mücadelesini de beraberinde getirmektedir.

Sınıfların mücadelesi ortamı nda, Avrupa'da mevcut olan başlıca sınıfların ideolojisini yansıtan üç siyasi akım oluşmuştur:

Bu y ü k .Burjuvazinin -siyasi ideolojisi olan konservatizm..

Orta ve küçük burjuvazinin siyasi ideolojisi olan liberalizm ve işçi sınıfının ideolojisi olan sosyalizm.

Bu sınıfların kendi aralarında verdikleri mücadele, ki fiilen ve belli ölçülerde siyasi iktidarı ele geçirme isteklerini yansıtmaktadır, bazı durumlarda metropollerin sömürgelere yönelik baskı gücünü zayıflatacaktır.

Bu noktada, rusyanın 1904 yılında Rus- Japon savaşında yenilgiye uğramasını örnek gösterebiliriz. Bu dönemde, Rusya içinde yeterince açık görünen bir sınıf mücadelesi yaşanmış... Liberal Rus ticaret- sanayi burjuvazisi, feodal toprak burjuvazisine yönelik birtakım talepler ileri sürmüştü. Rus işçi sınıfı da, bumların her ikisine yönelik siyasi taleplerle ayaklanmıştı.

Bu durum, Rusların savaş alanlarında yenilmelerinin başlıca nedenini oluşturmuştu.

Bu örneğin tersini kanıtlayan diğer bir örnek olarak da, Türkiye'nin uluslararası emperyalist çeteler üzerinde 1922 yılında muzaffer oluşunu gösterebiliriz. Ki bu zaferin esasen bir nedeni vardı: Bu dönemde ayaklanmış olan Kemalist Türkiye, ulusal bağımsızlık tutkusuyla birlik olan Türk ulusu'nun tüm sınıflarının oluşturduğu bir bütndü. Düşman ceohe

ise.ulusal ve ve sınıf çelişkilerinin fokurdamakta olduğu bir volkandı.

Ve biz burada bir hususu tesbit etmek zorundayız:

Çağdaş koşullar içersinde metropollerde sürdürülen sınıflar mücadelesi ve bunun gelişmesi, yine de batı hegemonyasının ilerlemesini engelleyici faktördür!

Yukarıda hatırlatmış olduğumuz ikinci husus: metropolya halkları arasında özel mülkiyet, diğer bir deyişle bunların ulusal rekabeti ve bu uluslar arsında mücadeleyi tahrik eden maddi kültürlerinde görülen bölünmüşlük de böyle bir faktördür. Bu faktörün varoluşu, dünyanın efendileri olarak metropolya halklarının durumlarını zorlaştırmakta, onların sömürgelere karşı ortaklaşa uygulamakta oldukları baskıları zayıflatmakta, sömürgelere manevra ve belli bir hareket imkanı sağlamaktadır. Türkiyenin bağımsızlığını muhafaza edilişi, Afganistan'ın bağımsızlığını ihya edilişi, Mısır'da bağımsızlık eğilimi belirtilerinin artışı nasıl mümkün olabilmiştir?

Hindistan'da, Marakeşte, Çin'de ve buna benzer yerlerde ulusal kurtuluş hareketlerinin güç kazanması hangi zeminde gerçekleşebilmiştir?..

Polonya gibi bazı eski ülkelerin yeniden ihya olması: Çekoslovakya, Letonya, Estonya, ve İrlanda'nın kurulabilmeleri nasıl gerçekleşebilmiştir?..

Nihayet Rusya'daki Rus olmayan ulusların ulusal kurtuluş hareketlerinin ivme kazanması hangi zeminde gerçekleşmektedir?..

Tüm bunlar .aslında metropollerin madde kültürlerinin bölünmüşlüğü sayesinde mümkün olabilmiştir. Metropolya halklarının kendi aralarında birincilik ve dünya hegomonyası uğrunda kavgaları sömürgelere karşı uyguladıkları baskıların gevşemesine neden olmakta ve bu sonuncuların siyasi bağımsızlık mücadeleleri için imkan sağlamaktadır,

ikinci çelişkiye, SÖMÜRGE ve YARISÖMÜRGELER'in kurtuluş mücadelelerine gelelim... Böyle bir hareket gerçekten varmı? .. Eğer var ise gerçektende gelişiyor ve büyüyormu?. Bu sorulara gerçeklerin dili ile cevap verelim:

Japonya: Yarım asır önce Japonya, fazla büyük olmayan yarı sömürge bir ülke idi Uluslararsı politikalara karışmayı hayal bile edemezdi. Fakat bir kez uyanmaya başlaması, Asyalı halkların korkulu düşü olmaya, Avrupa'nın Jandarması ve azılı feodal emperyalist olan Rusya'yı tuzla buz etmeye yetti ve arttı bile!..

Aradan 10 yıl bile "geçmemiştir ki, Japonya, Rusya'dan sonra diğer bir Avru palı emperyalist devletin Almanyanın ezilmesine iştirak ediyor.

Uzun süreli mi, değil mi?. Şimdilik Almanya rayından çıkartılmıştır. Japona ise ingiltere'ye karşı, Fransa, Çin ve Rusya'yı içine alan bir blok oluşturmaktadır. Eğer bu niyetleri gerçekleşirse, yarın deniz ötesi devleti ABD'ye karşı bloka da iştirak edecektir. Japon halkının geleceği, yerleşim için Sibirya kapılarının açılması, Japon sanayi ve ticaret sermayesinin faaliyetleri için Çin ve diğer ülkelerin kapılarının açılmasını zorunlu kılmaktadır, avrupalı emperyalist devletlerin parça parça edilerek ezilmeleri, Japonyanın çıkarlarına uygun düşmektedir.

Türkiye: Bu ülkede olup bitenler, çilekeş Türk Ulusu'nun en azılı düşmaniarınca dahi yakından bilinmektedir. Bu ülkede yeni baştan sağlıklı bir ulusal canlanma başlamaktadır. Bu sürece inanmayanlar veya kuşku ile bakanlar, sonuçlarını kendi içlerinde denemiş oldular.Türkiye'nin ulusal kalkınmasına gönül vermiş olan Türk işçi ve köylülerinin, ilerici Türk aydılarının süngüleri gereken kişilere gereken derslerini vererek nasıl düşünmek gerektiğini öğrettiler

. Eğer 400 yıl önce Rus Çarları, Kazan'ı, Kuzey Türklüğünün bu kalesini düşürmeyi ve yalnız Tatar savaşçılarının üzerinden geçerek Doğu'ya ilerlemeyi başarmışlarsa, bugün için de Batı Avrupalı emperyalistler yine Doğuya doğru doğru kendilerine yol açabilmek için Güney Türkler- Osmanlıları yenmek zorundalar.

Batılı Halkların doğuya yayılmaları öncesinde, Türkiye, onların çılgınca saldırılarına maruz kalmadımı? Batılı halklar, Asya ve Afrika'daki durumu gerçek anlamda kontrol altına alabilmek için Türk- Osmanlı savaşçılarının cesetleri üzerinden geçmek zorundalar.

Kazan'ın Rus saldırıları karşısında düşü şu de bir gün içersinde gerçekleşmiş değildir. Ruslar buraya onlarca kez saldırdılar. Tataristan'ın işgaline kadar, dönemin iki kuzeyli devi; Moskova ile Kazan arasındaki mücadele, on yıllar boyunca sürüp gitti. Bu zaferi sağlama almak, galip taraf için pek kolay olmadı. Yenilenler ile yeneler arasında acımasız katliamlar ve kıyımlarla dolu bir gerilla savaşı, on yıllarca devam etti. Bundan sonra, yenilenlerin azimleri kırıldı.

Türkler'i zayıflatmak: Balkanlar'ı, Mısır'ı, Arabistan'ı, Mezopatamya'yı Türklerin ellerinden almak için mücadele vermek zorunda kaldı. Avrupalı hükümdarlara Türkiye'yi sindirmek nasip olmadı. Olmayacaktırda..

Türkiye yaşıyor ve yaşayacaktır.

Türkiye yalnız yalnızca kendisi yaşamakla yetinmeyecek ve Avrupa tarafından zorla kopartılmış olan kendi eski parçalarına ve geri kalan tüm Orta Doğu'ya da hayat verecektir.

Çin: Dünya üzerindeki eski halkların en eskisi olan Çin Halkı, uzun süre uyudu. Fakat sonunda gözlerini açtı. Şimdilerde uyanmak üzeredir. Asırlık uykusundan uyanıyor. Şimdilik yatağında uzanmış haldedir ve uyuşmuş olan eklemlerini doğrultmakla meşguldür.. Ama yakında ayağa kalkacaktır. Artı hiç kimse onu yatakta tutamaz.

Son yıllar içersinde olup bitenler, bu halkın canlanmakta olduğunu göstermektedir. Çin Halkı, 1911 Devrimini yapabildi. Bir devrim daha yapabilir. Çin'in bölük pörçük olan parçaları, bu devrim sonrasında öylesine çelik bir yumruk haline dönüşmüştür ki, Batılı halklar bu yumruğu yedikten sonra kendilerine çok zor gelirler.

Çin'de periyodik olarak görülen iç savaş patlamaları, 400 milyonluk Çin Halkın'nm vereceği büyük konserin sadece uvertür kısmıdır. Çin Halkı'nın bu kanlı iç savaşında onbinler, hatta yüzbinler ölebilir. Fakat bu kurban verişler kaçınılmazdır.ve verilen kurbanlar boşuna verilmiş olmayacaktır. Çin'de iç savaşlar, Çin Halkı'nın bütünleşme sürecinin bir ifadesidir. Bu sürecin tamamlanabilmesi için bir kaç on yıl daha geçecektir.

Hindistan: Hindistan da uyanmaktadır. Hindistan'ın canlanma süreci, Çin'e kıyasla Jaha sancılı yaşanmaktadır ve bu anlaşılabilir bir durumdur. Hindistan Avrupalı aşkiyalar arasında en güçlü olanın-ingiltere'nin- sömürgesidir.Fakat bu eski deniz korsanı her nekadar korkunç olursa olsun. Hindistan'ın kurtuluş hareketinin karşısında dayanamayacaktır, ingiltere: baskı, satmalına, provakasyon ve diplomatik cambazlıklar! ile Hindistan'ın kurtuluş sürecini belki bir parça geciktirebilir, ama asla durduramaz.

Hindistan'ın kurtuluşu dalgalı bir seyir sergilemektedir. Devrimsel gerilimin yükselişi, zaman zaman yerini inişlere terk etmektedir. Fakat bir husus gayet iyi bilinmektedir. Hindistan halkının direnişinde görülen bu tür geçici inişler, yalnızca bir soluk alma niteliğinde olup, daha güçlü ve daha korkunç dalgaların gelmekte olduğunu haber vermektedir. Biz, kesinlikle eminiz ki, birgün gelecek, Hindistan'ın kurtuluş hareketi, Ingilterenin oluşturduğu her türlü yapay barajları aşacak ve tüm dünyayı - Mısır'ı, Marakeş'i ve Rusya'nın sömürgelerini de etkileyecektir.

Batının zulmünden kurtuluş korosu Mısır, Marakeş ve Rusya sömürgelerinin hareketleri ile bir kat daha güç kazanmaktadır. Ve bu hareketler Çin, Hindistan ve Türkiye gibi ülkelerin kurtuluş hareketlerinden hiçbir şekilde farklı değillerdir. Bu hareketlerin tümüde emperyalizmden, daha doğru bir deyişle batılı halkların egemenliğinden kurtuluş sloganı altında yürütülmektedir. Yalnızca, ülkelerin ve zamanların koşullarına bağlı olarak biçim ve tempo yönünden farklılık arzedebilirler. Güçlü veya zayıf... Hızlı veya yavaş... Fırtınalı veya sakin... Büyük veya küçük çaplı olabilirler.

Rusyanm Sömürge Halkları Mısır, Marakeş ve Batı'nın diğer Asya ve Afrika sömürgelerinde görülen hareketler üzerinde daha ayrıntılı bir biçimde durmayacağız. Zira, bunların ana çizgileri gayet iyi bilinmektedir. Burada, Rusya'nın sömürge halklarının kurtuluş hareketlerini gözden geçireceğiz. Bizim tesbitlerimize göre, Rusyanm sömürgelerinde-Türkistan, kafkasya, Ukrayna, Belarusuya'da - Türk Fin ve Moğol halklarının kurtuluş hareketleri açıkça ortadadır.

Rusyanın Japonya karşısında aldığı ve 1905 Devrimi'ne neden olan yenilgi, bu ülkenin sömürgelerinin ve ezilen halklarının ulusal bilinçlerinin uyanmasına imkan sağlamıştı. Rusyanm dünya savaşı sırasında batı ve Kafkas cephelerinde uğramış olduğu yenigiler, 1917 Devrimi'ne neden oldu ve bu halkların kurtuluş süreçlerini hızlandırdı. Polonya, Finlandiya ve küçük Baltık devletlerinin Rusya'dan kopmaları, egemenlik haklarının genişletilmesi için sürekli olarak mücadele veren Tataristan, Başkurdistan, Kırgızistan, Orta Asya, Güney Kafkasya, Ukrayna ve Belarusya ile diğer cumhuriyetlerin, bunlarla birliktertam 10 özerk ulusal cumhuriyetin kurulması bu görüşün eh somut kanıtlarıdır.

Pan-Rusist'ler ve Pan-Rusistlerin yandaşları, 'demokrat' veya 'komünist' hangi maskenin arkasına saklanırsa saklansınlar, bu hareketi istedikleri kadar yok etmeye ve bölgeleri sıradan Rus eyaletleri durumuna sokmaya ve zayıflatmaya çalışsalar da, şimdilere kadar bu arzularını gerçekleştirememişlerdir. Ulusal kurtuluş ve bağımsızlık için mücadele veren ulusların artmakta olan aktifliği karşı sında, ne tür cambazlıklara baş vursalar da, yine de yapamayacaklardır. Bugüne kadar her ne yapmışlar ise herşey, onların istediklerinin tamamen tersine sonuçlar vermiştir.

Pan-Rusist'ler, SSCB'nin kurulması ile fiilen tek ve bölünmez Rusya'yı yeniden ihya etmek, diğer halkların üzerinde Velikorus egemenliğini yeniden temin etmek istediler.

Aradan bir yıl bile geçmemişti ki, tüm halklar, Moskova'nın Pan-Russist merkeziyetçi eğilimleri karşısında itiraz seslerini yükselttiler. (Sovyetler Birliği Merkez idare Kurulunun son Genel Kurulun da Millletler Sovyeti toplantısında olduğu gibi.)

Moskova Türkistan'ı ekonomik ve siyasi yönden zayıflatmak için Turan halklarını muhtelif küçük kabilelere bölmektedir.

Fakat en geç iki yıl içersinde, Turan'ın bu bölünmüş parçaları yeniden bütünleşme konusunu gündeme getirecek: daha güçlü, kudretli ve düzenli bir devlet kuracaklardır.

Rusya bu gün Moğalistan'ı, Çin'den ayırmakta ve bu ülkeyi 'ehlileştirmek' istemektedir. Moğalistan da Moskava'nın kucağına oturmanın pek aleyhinde değilmiş gibi gözüküyor.

Fakat bu ıvıogaıısıan yarın kendi ayaklarının üzerinde doğrulmayı başarır da kendi Kuruldan'ını (kurultay) sağlamlaştırsa, bu duruma ne der, orası belli değildir.

Son Rusya devrimi deneyiminden hareketle bu sonuca varıyoruzki, Rusya da iktidara hangi sınıf gelirse gelsin, bu ülkenin eski 'ihtişam' ve 'gücü'nü hiç kimse yeniden geriye getiremez.

Rusya, çok uluslu bir devlet ve Rus devleti olarak, kaçınılmaz olarak parçalanmaya ve bölünmeye doğru gitmektedir. Sonuçta iki şeyden birisi olacaktır YA RUSYA KENDİ ULUSAL PARÇALARINA AYRILARAK BİRKAÇ YENİ VE ULUSAL DEVLET OLUŞACAK.. YA DA RUSYA'DAKİ RUS HAKİMİYETİ'NİN YERİNE ULUSLARIN ORTAK HAKİMİYETİ GELECEKTİR. DİĞER BİR DEYİŞLE, RUS HALKI'NIN TÜM DİĞER HALKLAR ÜZERİNDEKİ DİKTATÖRYASININ YERİNE, BU HALKLARIN RUS HALKI ÜZERİNDE DİKTATÖRYASI GERÇEKLEŞECEKTİR!

Bu ikilem, koşulların oluşturduğu tarihsel bir zarurettir, ihtimaldir ki, birinci şık gerçekleşecektir. İkincisinin gerçekleşmesi halinde ise bu durum birinciye geçiş için yalnızca bir basamak teşkil edecektir.

Bu gün SSCB adı altında yeniden kurulmuş olan eski Rusya, uzun ömürlü değildir. Geçici ve muvakkat bir şeydir. Bu durum, ölmekte olan birinin son nefesi, son çırpmışılarıdır. Rusyanın dağılması fonunda, şu sıraladığımız ulusal devletlerin görüntüleri açık ve net bir biçimde belirmektedir. UKRAYNA (Kırım ve Belarusya ile birlikte), KAFKASYA (Kuzey Kafkasyan'nın diğer Kafkas bölümleri ile ittifakı şeklinde varolabilir), Turan (Tataristan, Başkurdistan, Kırgızistan ittifakı ve Türkistan Cumhuriyetleri Fedarasyonu olarak) Sibirya ve VELİRUSYA... Artık Rusya'dan kopmuş bulunan Fillandiya, Polonya ve küçük Ballık devletlerini burada saymıyoruz.

Sömürge ve yarısömürgelerin gerçekleri bu şekilde ortadadır. Bu kurtuluş hareketleri verdir.. Gerçektir... İlerleyecek ve gelişecektir!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder